Çekilmiş bir fotoğrafa uzaktan bakarken dahil olma isteği mesela. O fotoğrafa teknolojik bir yardımla girsen dahi bir saniye sonrasını yaşayamamış olduğun gerçeği. İşte bundan bahsediyorum tam olarak. Kendini kandırarak bir süre idare etsen dahi çalan telefonla uyanırsın rüyadan bir gece. Paralel evreninden birileri, sanki hiç farkında değilmişsin, sanki sen bu durumu her yalnız kalışında hissetmemişsin gibi hatırlatma gereği duyarlar. Sevdiğin bir şarkıyı duyarsın arkadan, söyleme gereği duymazlar ama bilirsin sana ithaf edilmiştir, ortamda içilen her neyse, onun eşliğinde. Yutkunursun dinlerken ama onlara kızamazsın. Buruk bir sevinç yaşarsın hatta; hatırlanmanın, eksikliğini düşünenlerin gerçekliğine kapılırsın. Gözünü kapatırsın genelde, diğer hayatını dinlerken telefondan. Ama kapanır o telefon er yada geç. İşte o kapanıştan bir saniye sonrasını yaşayamazsın asla. Yine hislenirsin. Sessizlik ve karanlık sinirini bozar, evin, yada kaldığın yer her neresiyse oranın, tüm ışıklarını yakar, televizyona-radyoya saldırırsın yalnızlığını unuttursun diye. Nafile.
Asla gerçekleşmeyecek hayaller kurarsın. iki şehir birleşsin istersin mesela. Uzak şehirde kurduğun düzendeki eksikleri bilirsin ki ayrı düştüğün yaşam tamamlar ancak. Anahtar-kilit gibi kalır yaşamın, açılmayacak bir kapının önünde uyuklarsın yıllarca. Uyandığında anlarsın ki, sana her şehir uzaktır aslında. Yaşanmışlıklar değil de kaçırdıkların yıpratır seni, yoklukla hiçlik arasında dans ederken bulursun kendini. Hissizleşmeye başlarsın, arafta sürüklenir gibi ve hiç var olmamışsın gibi.